Kayıtlar

X-33

 Tak tak tak tak tak tak! Bir daha bir daha! Ses o kadar dayanılmazdı ki, uykumun en tatlı yerinde bilincimi umarsızca apar topar geri çağırıyordu. Üstelik, Susturun şunu, dayanamıyorum artık! diyecek mecalim de yoktu. Susuzluktan dilim damağıma yapışmış; bedenim üzerine ıslak bir yün halı konmuşcasına ağırlaşmıştı. Gözlerimi yavaşça araladım. Önce beyaz bir tavanın yalınlığında gezindi bakışlarım. Odamda olmadığım fikri bir sinek kadar hızlı geçti aklımdan. Kendi tavanımda çocukluğumdan kalma yıldızlar vardı, hani tüm oda karardığında parıl parıl parlayanlardan. Tak! Tak! Tak! Off! Ne zaman duracak bu aptal ses! Sanki biri beyzbol sopası ile kafamı vuruyordu. Gözlerim yavaş yavaş tavandan aşağı indi. Beyaz duvarlar, beyaz taş zemin, beyaz yatak demirleri, beyaz çarşaflar, beyaz pamuklu pijamalar. Her şeyin süt beyazı olduğu, renklerin sisin arkasına saklandığı ruhsuz bir oda. Balın içinde hareket edercesine yavaşça doğrulup oturdum. Her seferinde, nerede olduğumu hatırlamayacak kadar

Labirenttekiler

Resim
                                                                                                                     Photo by  Dan Asaki  on  Unsplash “Sayın yolcularımız, iniş için alçalmaya başlıyoruz. Lütfen yerlerinize geçiniz, koltuğunuzun dik ve emniyet kemerlerinizin bağlı olduğundan emin olunuz.” Başını, yarıladığı kitaptan kaldırıp anonsa dikkat kesildi.  Sonunda geldik. Bu sekiz saatin hiç bitmeyeceğini sanmıştım , diye geçirdi içinden. Türbülansa girip de tepelerindeki kemer takma ışıkları yanınca kitabını kapatıp önündeki koltuğun arkasındaki sehpayı tırnaklarını geçirircesine kavradı. Uçağın inerken ki ani salınımlarında yüksekten düşermişçesine içi bulanır, karnındaki kelebekler havalanırdı. “Az kaldı, yarım saate yerdeyiz. Valizi aldığım gibi dışarı çıkmak ve bir sigara içmek istiyorum,” dedi, sanki yanında uyuklayan adamla konuşuyordu. Bazılarının bu kadar vurdumduymaz olmalarına hayranlık duyardı. “Bayanl a r, baylar ve sevgili çocuklar. Ben kaptanınız Murat Çınar. İst

Kum Kırlangıcının Yanılgısı

Resim
  Jpeg Kaynağı: Linkte . Derler ki, hayranlık, kum kırlangıcı gibidir; göğe yükseldikçe hayal kırıklıklarının kubbesinde gezinir, uçar uçar, kubbeye başını vurunca da hızla yere çakılırmış. İlkokul öğretmenimin vefat haberini aldığımda belleğimin tozlu sandığından çıkıp gelen o kırık ve kopuk hatırada da tam olarak böyle hissetmiştim.   Dokuz yaşındaydım. Üçüncü sınıfa gidiyordum. Okul, evimizin biraz ilerisinde, geniş bir bahçenin ortasındaki üç katlı beyaz binaydı. Aynı siyah önlükleri giyen yüzlerce çocuk, yerlere saçılmış bilyeler gibi bahçeye dağılmıştık. En sevdiğim arkadaşım örülmüş kumral saçları başının iki yanında, ağaca sırtını dayamış, ağzındaki pamukçukları dilinin yardımıyla topluyordu. Ben de ağzımda pamukçuk olsun isterdim ama yoktu. Hemen yanına koştum fakat annemin kızacağını bildiğim için yere oturamadım. Derse girmemiz gerektiğini hatırlatan zilin sesini duyunca el ele koşturarak sınıfa gittik. Sıralarda sessizce oturup öğretmenimizin gelmesini bekledik. Fatma ö

Can Kırıkları -1

Resim
  Hayal kırıklıklarımı topladığım tek yerin kütüphanem olmasını istemiştim. Ancak yudumladıkça hayatı, kalbimin arka sokaklarının hüsran anıtlarıyla dolduğunu gördüm. Yine de yaşama susamaktan vazgeçemedim. Neyse ki, o keskin yakıcı anlardan geçerken kendimi koruma kalkanına alma refleksini geliştirebildim. Nasıl başardım bunu diye düşündüm geçenlerde ve aklıma Caner ile yaşadığımız o kırık dökük hayal geldi.    Caner, erkek kardeşi ve iki arkadaşı ile kafa dinlemek için tatile gitmişti. Aslında süre belirtmemiş olmasına rağmen genelde dört günden fazla görüşmediğimiz olmazdı. Yokluğunun ilk iki günü kız arkadaş buluşmaları, aile ziyaretleri ve başka yükümlülükler gibi normalde beraber yapmadığımız işler ile geçti. İçten içe sıkılmaya hatta özlemeye başlamıştım. Burada olsaydı şöyle yapardık, bunu konuşurduk demelerimi, yatağın onun tarafında yatmalarım izledi. Her ne kadar bir yanım bulundukları beldeye gitmem gerektiğini savunsa da gerçekte hoş karşılanmayacağı fikri beni caydırı

Siktir Git!

Resim
  “Ya bi siktirip gider misin lütfen ya!” diye bağırdı Esra. Sigara molası için asma katın dışarı açılan bölmesine biriken herkes dönüp baktı, ne oluyor diye. Şebnem elinde ince sigarası dona kalmıştı. Tam ağzını açacak gibi oldu, geçen hafta sonu katıldığı özgüven kursunun hocasının söyledikleri geldi aklına. O sırada Emre müdahale etti Esra`ya. “Sakin ol be güzelim. Bu kadar celallenmenin âlemi yok,” dedi yumuşak bir ses tonuyla ve bir taraftan da Şebnem'e aldırma sen ona dercesine gözlerini kırptı. Esra hala Müdürünün biraz önce yaptığı haksızlığın o kavurucu öfkesiyle kaynıyorken hiç de saçma sapan spirituellik alıntıları dinleyemeyecekti. Ego`nu öldürmelisin, duygularını fark et ve serbest bırak gibi safsatalar, senin ağzına sıçmak isteyenlerin eline koz vermekten başka bir işe yaramıyordu. Bu mızmız, çıtı pıtı hatun onun kübiğinde tam karşısında oturduğundan sürekli göz göze de geliyorlardı. Yani hiç istemese de özür dilemek zorunda kalacaktı. “Kusuruma bakma lütfen. Çok sini

Son Randevu - 7

Resim
Pablo Picasso,  Pierreuses au bar  (Two Women at a Bar), 1902,  oil on canvas, 31 1⁄2 × 36". Sanki herkes benim küçük sırrımı biliyormuş gibi bir his uyandı. Artık o restorana da bakmak gelmiyordu içimden. Yürümeye başladım. O çiçekçi kadının söylediğini aklımdan çıkartmak için en iyi yol buydu. Biraz sonra Sue aradı. Bu kadının hiçbir şeyin peşini bırakmama huyu hem beni sinirlendiriyor hem de hayranlık uyandırıyordu. “İyiyim iyiyim merak etme,” diyerek açtım telefonu. “Sevindim iyi olduğuna. Aslında yarın akşamki altmışıncı yaş günü partimi hatırlatmak için aramıştım. Araba kullanmak istemezsen Jack gelirken seni de alabilir. Ne dersin?” dedi. Yarınki parti tamamen aklımdan çıkmıştı. Ama bir yığın insanla da vedalaşma şansı olduğunu düşününce “Teşekkür ederim hatırlatman için. Kendim gelirim. Saat 7’de sende olurum,” dedim. Diğer doğum günlerinde olduğu gibi tablo yapmak, şal boyamak veya seramikten kâse yapmak için zamanım yoktu. Ne almak istediğimi bile düşünmemiştim. Y

Son Randevu -6

Resim
Zamanımı doğru kullanmak adına her gün yapmam gerekenlerin listesini yapmaya başladım. İlk yapmam gereken vasiyetimi yazmak oldu. Üst katta bulunan atölyemdeki elliye yakın yağlı boya çalışmamı yeğenim John’a bıraktım. Her zaman sanat ile ilgilenmek istediğini ancak hayatın onu bir hamster misali sistemin çarkına sıkıştırdığını ve bu döngüden de nasıl çıkacağını bilmediğini söylerdi. Belki bu tablolar seçim yapmasını kolaylaştırırdı. Bu, hayatın en çok oynadığı oyunlardan biri değil midir? Diline pelesenk olmuş yapacağım, istiyorum, lazım dediğin her şeyi beklemediğin bir an da ve formda karşına çıkartıp seni, arzunu ve cesaretini denemesi. “Karar vermeni ve harekete geçmeni çok bekledim; oysa sen yürüdüğün yolun yanlış olduğunu bildiğin halde o taşlı patikada yürümeye direttin. Hadi ne duruyorsun? İşte o hep istediğin fırsat için bir kapı. İterek içeri girebilecek misin? Yoksa bildik güzergahın engebelerinde tökezleyerek mi yürüyeceksin?” şeklinde bir not da ekledim. Sır