Son Randevu -6


Zamanımı doğru kullanmak adına her gün yapmam gerekenlerin listesini yapmaya başladım. İlk yapmam gereken vasiyetimi yazmak oldu. Üst katta bulunan atölyemdeki elliye yakın yağlı boya çalışmamı yeğenim John’a bıraktım. Her zaman sanat ile ilgilenmek istediğini ancak hayatın onu bir hamster misali sistemin çarkına sıkıştırdığını ve bu döngüden de nasıl çıkacağını bilmediğini söylerdi. Belki bu tablolar seçim yapmasını kolaylaştırırdı. Bu, hayatın en çok oynadığı oyunlardan biri değil midir? Diline pelesenk olmuş yapacağım, istiyorum, lazım dediğin her şeyi beklemediğin bir an da ve formda karşına çıkartıp seni, arzunu ve cesaretini denemesi. “Karar vermeni ve harekete geçmeni çok bekledim; oysa sen yürüdüğün yolun yanlış olduğunu bildiğin halde o taşlı patikada yürümeye direttin. Hadi ne duruyorsun? İşte o hep istediğin fırsat için bir kapı. İterek içeri girebilecek misin? Yoksa bildik güzergahın engebelerinde tökezleyerek mi yürüyeceksin?” şeklinde bir not da ekledim.

Sıra kardeşime gelmişti. Annem öldüğü zaman o hep severek taktığı yüzüğünü ve her sabah kahvesini yudumladığı fincanını hatıra olarak almak pahasına ne çok kavga etmiştik. Benim için annem gerçekten o fincan ve yüzüktü. Halının üzerinde oturup pastel boyalar ile resim yapardım. Annemin hemen arkamdaki tekli koltukta bacak bacak üstüne atarak oturuşu tozlu fotoğraflar olarak hala gözümün önüne gelir. Üzeri pembe çiçeklerle işlenmiş beyaz porselen kahve fincanını ağzına götürürken serçe parmağının zarif bir şekilde havaya kalkışını ve üzerindeki minik yakutlarla işli yüzüğün belirmesi bir sihir gibiydi. Kahvesini bitirene kadar defalarca izlerdim onu. O yüzden o yüzük ve fincan pahasına tüm diğer eşyaları kardeşime vermeyi kabul etmiştim. Şimdi hayat sahnesinden bilerek ve isteyerek inerken onları Sue’ya verebilirim. Hayatın bana hep daha cömert davrandığını, kendisinin elde ettikleri için hep savaştığını düşünürdü. O nedenle çokça olmasa da mücevherlerimi ve bankadaki paramı da ona bırakıyordum. Umarım, bu ani hediyeler, hayatta sahip olduğumuz şeyler için başka şeylerden vazgeçmemiz gerektiğini veya çoğunlukla da bedel ödemek zorunda kaldığımız gerçeğini öğretir ona.

Sanırım başka da bahsi geçecek kadar önemli başka bir şeyim kalmadı. Sade bir tören olmasını, organlarımın bağışlanmasını ve mümkünse bir ağacın altına gömülmek istediğimi de ekledim.

Daha sonraki birkaç gün de son görevlerim dediğim liste üzerinde çalışmaya devam ettim. Hesaplarıma göre üç günüm daha olmalıydı. İçimde karşı koyamadığım bir güdü beni o restorana çekiyordu. Kendimi Raskolnikov gibi suç mahalline giderken düşünüyordum. Daha fazla dayanamayarak oraya gittim. Restoranın karşısındaki binanın yan sokaktaki giriş kapısında saklanarak olacakları zihnimde canlandırmaya başladım. Yavaş adımlar ile kapıya yaklaşımımı, son kez derin bir nefes alıp gülümseyişimi ve ölüme adım atışımı imgeledim. Kendi hülyalarımda kaybolmuşken ensemde beni gözleyen birinin varlığını hissettim. Kalbim hızlıca çarpıyor ve dizlerim titriyordu. Acaba gelen kişi katilim olabilir miydi? Tedirgin ve ürkek bir halde arkamı döndüğümde kucağındaki hasır sepette deste deste rengarenk güller taşıyan çingene bir kadınla göz göze geldim. Bir iki saniye beni inceledi ve “Ölüm bir adım arkanda,” dedi ve hızlı adımlarla köşeyi dönüp uzaklaştı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Siktir Git!

Yağmurlu Bir Gün

Yorgan İğnesi -1