Kum Kırlangıcının Yanılgısı

 

Jpeg Kaynağı: Linkte.

Derler ki, hayranlık, kum kırlangıcı gibidir; göğe yükseldikçe hayal kırıklıklarının kubbesinde gezinir, uçar uçar, kubbeye başını vurunca da hızla yere çakılırmış. İlkokul öğretmenimin vefat haberini aldığımda belleğimin tozlu sandığından çıkıp gelen o kırık ve kopuk hatırada da tam olarak böyle hissetmiştim.

 

Dokuz yaşındaydım. Üçüncü sınıfa gidiyordum. Okul, evimizin biraz ilerisinde, geniş bir bahçenin ortasındaki üç katlı beyaz binaydı. Aynı siyah önlükleri giyen yüzlerce çocuk, yerlere saçılmış bilyeler gibi bahçeye dağılmıştık. En sevdiğim arkadaşım örülmüş kumral saçları başının iki yanında, ağaca sırtını dayamış, ağzındaki pamukçukları dilinin yardımıyla topluyordu. Ben de ağzımda pamukçuk olsun isterdim ama yoktu. Hemen yanına koştum fakat annemin kızacağını bildiğim için yere oturamadım. Derse girmemiz gerektiğini hatırlatan zilin sesini duyunca el ele koşturarak sınıfa gittik. Sıralarda sessizce oturup öğretmenimizin gelmesini bekledik. Fatma öğretmen dalgın dalgın içeri girdi, kendisini bekleyen onca surata bakmadan sandalyesine çöktü. Buğulu gözlerini sessizce yüzlerimizde gezdirdi. Bana saatler gibi gelen o upuzun andan sonra, “Çocuklar Sevgi biraz hastaymış. O nedenle okuldan ayrılması gerekecek. Herkesin kâğıt kalem çıkarıp onunla en güzel anısını ve iyi dileklerini yazmasını istiyorum,” dedi titrek bir sesle. Şaşırmıştım. Yanımda oturan Sevgi’ye dönüp uçurtması keyifle gökte sallanırken ağaçlara takıldığı için yırtılan çocuğun kalp kırıklığı ile “Ne hastalığı? Bana bir şey söylemedin?” dedim. İç geçirerek “Bilmem,” dedi. Herkes gibi kâğıdımı çıkarttım ama elim titriyordu. Bir türlü en güzel anımızın hangisi olduğunu seçemiyordum. Sokağımıza ilk asfalt döküldüğünde yalınayak o sıcacık zeminde koşturmamızı mı; bayram harçlıklarımızla aldığımız çilekli lolipopu dudaklarımıza sürüp pembeleştirmemizi mi; yoksa bahçelerindeki salıncakta sallanırken bulutları benzettiğimiz şekillere saatlerce güldüğümüzü mü yazacaktım?

 

Biraz sonra kapı çaldı ve içeriye Sevgi’nin annesi girdi. Öğretmenin yanına giderek bir şeyler söyledi. Sevgi, annesinin hadi diyen işaretiyle eşyalarını usulca topladı, çantasını yerde sürüyerek karatahtanın önünde hepimize göz gezdirdi. Bir çoğumuz da onu son kez gördüğümüzü bilmeden bakakaldık. El sallayarak kapıya yürümüşlerdi ki Sevgi son anda dönüp “İyileşip hemen geleceğim,” dedi ve koşarak çıktı. Bencil bir acıyla harmanlanmış duygularla önümdeki boş kâğıda bakakalmıştım. Öğrencilerden biri “Öğretmenim, yazdıklarımız n’olucak?” dedi. “Siz mektubunuzu evde tamamlayın çocuklar. Haftaya onu görmeye gittiğimde veririm” dedi.

 

Aradan iki gün geçmişti ki, tesadüfen annemin telefonda konuştuklarını duydum. “Evet, çok zor bir hastalık. Kurtulabilmesi için yurtdışında tedavi edilmesi gerekiyormuş. Çok masraflı tabii. O kadar parayı nasıl denkleştirecekler?” diyordu endişeyle. Kalbim merdaneli çamaşır makinesinin silindirlerinde eziliyordu sanki, sıkılıyor, yassılaşıyor, ruhsuz tekdüze öbür taraftan çıkıyordu. Koşarak Sevgi’nin evine gittim. Koltukta uzanmış kitap okuyordu. Beni görünce pencerenin demirliklerine yaklaştı. “Nasılsın?” dedim. “Yorgunum,” dedi. “Ne olacak şimdi?” dedim. “Kampanya başlatacaklarmış. Bu hafta bir gün fotoğraf çekilmeye gideceğiz. Sen de gelsene, yalnız olmak istemiyorum,” dedi elini uzanıp benimkini tutarak. “Tamam ama ya annemler izin vermezse?” dedim çekinerek. “Fatma öğretmen konuşur onlarla. Merak etme sen,” dedi inandırıcı bir tonla.    

 

O hafta her gün saçımı güzelce taradım, yakamı kolaladım ve önlüğümü ütüledim. Eğer sınıfa gelip beni çağırırlarsa hazır olmak istiyordum. Bir sabah öğretmenimiz sınıfa girip Sevgi`ye para toplanması için çok tirajlı bir gazetede yardım kampanyası başlatıldığını ve her şey yolunda giderse seneye tekrar bizimle olacağından bahsetti. “Hatta Pelin, Sevgi`ye destek olmak için beraber fotoğraf da çektirdi, yarın gazetede okursunuz” dedi Pelin’in başını okşayarak. Fatma Hanım`ın ondan sonra sarf ettiği tüm kelimeler kulaklarımda paslı bir uğultudan, anlamı olmayan gürültüden ibaretti artık. Pelin mi dedi? Sınıfın en güzel sarışını mı? Neden ama? Ben onun en yakın arkadaşıydım? Benim ona destek olmam gerekmez miydi? Asfalt soğumuş, lolipop kırılmış ve bulutlar dağılmıştı. İşte, o an kum kırlangıcı başını kubbeye çarpmaya başladı ve hızla yere çakıldı. Öğretmenime karşı olan o engin ve çağıldayan sevgim, altında derin bir delik açılan nehir gibi hızla azaldı ve zamanla kurak bir toprağa dönüştü. 

 

Yirmi beş sene sonra okulun düzenlediği mezunlar yemeğine katıldım. Herkes okudukları okulları, çalıştıkları şirketleri ve çocuklarını anlatıyorlardı. Konuşacak konu bitince de ilkokul anıları geçmişin tozlu raflarından alındı, okşandı ve parlatıldı. Konu en son Sevgi`ye geldi. Hani toplanan bağışlarla Londra`ya tedavi olmaya giden ve ilkokulu bitirdiğimiz yaz da kan kanserinden ölen arkadaşımıza. Hiç konuşmak istemiyordum o konuyu. Yanımda oturan Pelin anlatmaya başladı: “Onu en son fotoğraf çektirdiğimizde görmüştüm. Amcam o zamanlar Milliyet’te gazeteciydi. Ona kampanyadan bahsedince çalıştığı gazeteyi ayarlamıştı. Sevgi fotoğraf çektirmem diye tutturunca amcam babamı aramış. Apar topar yanına gittik. O kadar solgun ve halsiz görünüyordu ki. Aklımdan hiç çıkmıyor o görüntüsü. Seninki gibi keşke benim de hafızamda en güzel haliyle kalsaydı,” dedi. Gözüm masadaki çatlak vazoya takılmıştı. Ne yani? Öğretmenimiz seçmemiş miydi onu sınıfın en güzeli diye? Sustum, yer yarılıp içine girercesine sustum. Aniden o sınıfa ışınlanırcasına sustum. O minik gözlerimden yuvarlanıp masaya düşen yaşları izlerken sustum. Öğretmenimizin fotoğraf çekiminden bahsettiği günü hatırlamaya zorladım kendimi. Hafifçe başımı kaldırmıştım. Göz göze gelmiştim onunla. Gözlerini kırpıp hafifçe başını sallamıştı. Ne garip! Bunca zaman ima etmek istediği şeyi anlamamış olmam. Belki üzülme demek istemişti. Ve yere doğru hızla çakılan kum kırlangıcı geldi aklıma. Tek isteği sadece bir damla su içip yukarı çıkmak olan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Siktir Git!

Yağmurlu Bir Gün

Yorgan İğnesi -1