Son Randevu -5
Aldırmaz bir tavır takınarak sakince “Yine başladın saçmalamaya. Beni tek
tedirgin eden şey ağzından çıkan katil kelimesi oldu. Sakladığım bir şey yok. Bütün
bu sorgulama ve taciz bittiyse duş alıp dinlenmek istiyorum,” dedim. Sue hiçbir
şey söylemeden birkaç dakika beni süzdü. O arada aslında benim söylediklerime inanıp
inanmamayı tartıyor gibiydi. “Steve öldüğünden beri çok zor zamanlar
geçirdiğini biliyorum. Hayatının otuz beş senesini beraber geçirdiğin biri
aniden yok oluyor. Yalnızlığa alışmak ve onsuz hayatına devam etmenin çok zor
olduğunun farkındayım. Ama geçen bu üç senede kendini toparlayacağını sanmıştım.
Hem neden tekrar içmeye başladın? Bir şeyler yoluna giriyorken neden tekrar başa
sarıyorsun?” dedi sorgular bir edayla. Neredeyse yetmişine gelmiş bir kadın olmama rağmen hala hayatımla
ilgili kararların bana dikte edilmesi hatta iması bile beni irite ediyordu. İçmek,
kusmak, yasımı istediğim kadar uzatmak, hatta ölmek bile benim tercihim olmalıydı.
Kendimde ne tartışacak ne de ailecilik oynayacak enerjiyi buluyordum. İkimiz de
daha fazla konuşmanın gerekmediğini düşünmüş olacağız ki uzunca bir süre duvardaki
çeşitli galerilerden alınmış resimlere bakakaldık. Kapının çalmasıyla bu sefer
irkilen Sue oldu. “Unutmuşum. Ambulans gelmiş olmalı,” diyerek kapıya gitti.
İki sağlık görevlisi, ellerinde ilk yardım çantaları ile içeriye girdiler. Başımı
çarptığım yere pansuman yapıp tansiyonuma ve rutin birkaç şeye daha baktılar. Her şeyin
normal olduğunu anladıklarında da gittiler. Sue da arkalarından çekip gidince
kendi gerçekliğim ve yüzleşmek zorunda olduğum sorularla yapayalnız kaldım.
Peki şimdi ne olacaktı? Ne yapacaktım? Ruhum iki cepheye ayrılmıştı. Bir tarafım
mutlu, sakin ve rahatlamış; diğer tarafım panik, huzursuz ve kararsızdı. Hafızamı
zorluyordum ama işe yaramıyordu. Gönderilen mesajda da ne isim ne de telefon numarası
vardı.
Bir an Steve`in fotoğrafı ile göz göze geldim. O kadar sevecendi ki! Gözlerinden bana yansıyan tüm duygular sanki başka boyutlardan mesajlar iletiyordu. Kendimi hem suçlu hissediyor hem de utanıyordum.
“Ben senin kadar cesur ve güçlü değilim. Bakma bana öyle. Yoruldum. Ne olur sen
de beni yargılama ve kolaya kaçmakla suçlama,” dedim gözlerimden istemsizce yaşlar
süzülürken. Ayağa kalktım, fotoğrafı ters çevirdim ve viski almak için içki dolabına
gittim. İçtikçe cesaretimi topluyordum. Şüphe bulutları yavaş yavaş dağılıyor; dingin
bir gece beliriyordu içimde. “Hayır kimsenin beni yargılamasına ve acımasına
izin vermeyeceğim. Evet, kestirme yolu seçiyorum. Çünkü hayatımdan Steve çıkınca
kalan kişinin kim olduğunu bilmiyorum. Onun seçimlerinin, kararlarının ve
yönetiminin verdiği rahatlıkla yola devam ederken, birden bütün yol ayrımlarının
ortasında karanlıkta ışıksız kalmanın nasıl bir duygu olduğunu biliyor musunuz? Ya da sevgiyle
sarmalanmışken aniden tüm o katmanların ortadan kalkıp çırılçıplak kalmayı? Küçük
şımarık bir çocuk portresi çizdiğimi düşünmeniz umurumda bile değil artık. Anlıyor
musunuz? Siz kendi maskeli balonuza devam edin. Sadece mutluluğu ve gösterişi
resmettiğiniz profillerinize yeni takipçiler çekmek için uğraşın.” Pencerenin
pervazına çıkmış senelerdir içimde tuttuklarımı dışarıya haykırıyordum.
Psikoloğum duysaydı tüm söylediklerimi benimle gurur duyardı herhalde. Altı ay
boyunca kışkırtan, kızdıran ve sabrımı zorlayan her sorusuna cevap vermek
yerine sanatımdan bahsetmemi, sakin kalmaya çalışarak dinler her cümlemi bana döndürmeye
çalışırdı. “Size yardımcı olabilmem için dışınızdaki kabuklaşmış duvarları
kaldırmanız ve benimle hissettiklerinizi en yalın haliyle paylaşmanız gerek.
Bırakın sorduğum sorular açığa çıkmasını istemediğiniz, sıkı sıkıya sarıldığınız duygularınızı serbest bıraksın,”
diye sürekli tekrarlardı. En sonunda dayanamayıp “Ne zaman konuşmaya hazır
olursanız o zaman gelmeniz daha doğru olacak. Şu hâlde çalışmamızın size bir anlamı
olmayacak,” diyerek beni görmeyi kesmişti. Bir günde iki kere psikoloğumun
aklıma gelmesi ne komikti.
Katile planlarımı söylediysem, arkadaşlarımla ve ailemle gizlice vedalaşmak, sevdiğim tatları son bir kez tatmak, fotoğraflara bakmak, orkidelerimi ve menekşelerimi
birilerine vermek gibi uzayan listemi tamamlamak için tamı tamına bir haftam vardı.
Fark ettim ki aslında içimi kemiren tek şey kararsızlığın pençesinde savrulmamdı.
Belirsizlik şuurumun, bedenimin ve tüm ruhumun içini boşaltıyordu. Ve artık kader
değil karar veren ben olmuştum. Bir kadeh de buna kaldırdım.
devamı yarın...
devamı yarın...
Yorumlar
Yorum Gönder