Son Randevu -3



Salondaki saat on ikiyi vurduğunda bir süredir yataktan çıkmak için kendimde güç bulmaya çalışıyordum. Ağır adımlarla banyona gittim. Yerdeki kurumuş kan lekelerini gördüğümdeki şokla iki adım geri kaçtım. Aklımdan, birinin eve girmiş ve kendini yaralamış olabileceği gibi senaryolar geçti. Kan izleri banyodan salona oradan da yatak odasına geçiyordu. Hatta yastığımın bir kısmında da vardı. Elim yavaşça saçlarımın arasında dolaştı. Belli ki o kusma buhranları sırasında kafamı bir yerlere çarpmış ve sonra da kanamayı durdurmak için üzerine pamukla kompres yapmıştım. Ne olduğundan ziyade kanı durdurmak için çabalamış olmak kısmına takıldım. “Ne yani,” dedim kendi kendime, “bir taraftan internette kiralık katil arayıp diğer taraftan akan iki damla kan için mi endişelendim?” Bilinçaltımda hala yaşama isteği mi vardı? Üzerine bir kova buzlu su boca edilmişçesine allak bullak oldum. Kafamdan romantik ölüm hikayeleri yazarken belki de sadece kendimi kandırıyordum.

Katil, New York’un en işlek caddesindeki restorandan çıkan şık giyimli bayanın kalbine gümüş işlemeli Smith Wesson marka silahıyla tek el ateş açar ve ortadan kaybolur. Olaya şahit olan çevredekiler önce panikle yere yatarlar; katilin koşarak kaçtığını gördüklerinde ise yaşlı kadına yardım etmeye koşarlar. Feryatlar arasında birinin aklına ambulans çağırmak gelir. On beş dakika sonra gelen sağlık görevlileri yaşlı kadının ölümünü onaylarlar. O sırada caddenin çevresi kapatılmış, gazeteciler fotoğraf çekmeye ve kadının kimliği ile ilgili olay yeri polislerinden bilgi almaya çalışırlar. İsmi, Elizabeth Smith. 67 yaşında. Emekli bir sanat tarihi profesörü.

Belli ki gerçekte karşılaşacağım muamele ile benim hayalimde kurduğum çok farklı olacaktı. Gerçekten ölmek isteyen birisi için ne fark ederdi ki? Neden arkamdan hikayeler yazılmasını, beni ve hayatımı merak edip araştırmalarını istiyordum? Katıksız bir narsist gibi, bensizlik duyguları ile kavrulmalarını ve yaşadığımda bana vermedikleri değerin yüküyle acı çekmelerini ve köpek gibi pişman olmalarını istiyordum. Bu muydu gerçekten beni ölmek istemeye iten? Şu anki yalnızlığım, değersizliğim veya üzerindeki ışıklar kapanınca bütün o ihtişamı ve parıltısı sönüp sahnede kala kalan sanatçılar gibi hissetmem yüzünden miydi? Zavallıydım. Hayatımı, yaptıklarımı, öğretilerimi ve beni ben yapan değerlerimi kendi ellerimle hiçlikle sarıp çöpe atacak kadar aciz; ama hiç tanımadığı kişilerin sempatisine ve ilgisine bir o kadar aç olan zavallı.

Uzun süredir aramaktan kaçındığım psikoloğumu aramak için telefonuma uzandım. O an gelen mesajın sesiyle irkildim. Gönderen kişinin numarası yoktu. “Ödeme alındı. Herşey planlandığı gibi olacak,” yazıyordu.  
                                                                                                                                                                                                                                                            devam edecek...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Siktir Git!

X-33

Yağmurlu Bir Gün