Kambur Ruhumun Acıları


Kimse tanımaz beni. İçimde kaynayan o kazanda erittiğim yakıcı duygulardan kurtulmak için ruhumun kaç kez intihar ettiğini bilmez. Görünen sadece üç çocuklu bir kadının hayat tuvaline mutluluğu resmettiğidir. Halbuki benim fırçamdan acıyı anlatan vahşi kara, öfkenin o kan kırmızısı ve nefretin o kirli grisi akar. Size bu anlattıklarımından gözünüzde nasıl canlandım acaba? Bitkin, uykusuz, mutsuz, kendini bırakmış, içi çekilip alınmış bir hayalet mi? Oysa ne kadar da yanılıyorsunuz. Ben, bütün bu düşündüklerinizin kıyısında bile dolaşmıyorum. Kendimi çoğu kez içi doldurulmuş, cilalanmış ve soğuk taş duvara asılmış o cansız av hayvanlarına benzetiyorum, hani o her an duvardan üstünüze atlayacakmış gibi duran zavallı şey gibi. Sakin olun. Böyle bir şey yapacak değilim. Bende o cesaret olsaydı ruhumun içine girdiği o kısır döngüyü çoktan kırmış, sonsuzluğun o dingin sularına yelken açmıştım. Ama hala buradayım. Zehirli kelimelerimi kağıda akıtıyorum ki artık benim bir parçam olmasınlar. Defalarca yazıyorum aynı dizeleri, satır satır, sayfa sayfa. Tiksiniyorum sayfalara düşen irin lekelerini andıran o sözcüklerden. Benden çıkmalarına rağmen tiksiniyorum onlardan. Yabancı gibi bakıyorum onlara. Uzaktan ama meraksız. Biliyorum ne kadar ağır olduklarını. Onlar, kambur ruhumun acıları.       

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Siktir Git!

Yağmurlu Bir Gün

Yorgan İğnesi -1