Yandım Selim ve Bıçkın Osman -10
Osman, yanı başında cereyan eden hadiseye anlam veremiyordu. Bir hatun, nasıl ola ki başka bir hatuna mendil verir idi? Ne yapmaya çalışıyorlardı? Efsun, kadınca gurura kapılıp ondan öç almaya mı çalışıyordu; yoksa cidden aralarında bir şey mi vardı? Mantık yürütemeyecek kadar çok içmişti o akşam. Aklı, cümleleri ardı ardına sıralıyor olsa da, bundan bir sonuç çıkartamayacak kadar yorgun düşmüştü. Gözü pencereye takıldı. Sabahın gelişini müjdeleyen tan kızıllığının kırmızı, turuncu ve mora çalan renkleri cama yansımıştı. Zaman durmuştu sanki, kimseden ses çıkmıyordu. Efsun, Kıpti’ye:
“İçeri git sen,” dedi sertçe.
Osman, o an ayılır gibi oldu hülyali halinden. Selim’e çevirdi başını. Ne yapması ya da ne söylemesi gerektiğine onun karar vermesini ne kadar da çok isterdi. Bir lakırdı etse, cengaverce çıkışsa ve onlara hadlerini bildirse! Nafile yere suratında ne düşündüğüne dair izler aradı. O muhlis surette okuyabildiği, sadece, gözlerinde gezinen uykunun katmer katmer demleri oldu.
Fatma yerinden kalkmadan,
“Meyleri tazeleyelim mi?” dedi.
Osman’dan cevap alamayınca ekledi:
“Hangi makamı istek buyurursunuz Ağam?”
Endişeliydi ama sesinin titrememesi, olan bitenden haberi varmışcasına kendinden emin konuşması gerekmişti. Osman, Selim’e dönerek:
“Sabahı ettik Selim Efendi, gayrı eve gitme vakti geldi,” dedi.
Fatma’nın üzerinden bir yük kalkmış; o kalkan yük, Efsun’un üzerine binmişti. Hayal kırıklığını, demirden bir zırh gibi ruhuna doladı. Omuz başları çöktü, bedeni külçeleşti, kolları dermansız iki yanına düştü, elindeki mendil kaydı ve yere serildi. Osman, gözleri yerdeki mendilde ayağa kalktı, mendilin üzerinden yürüyerek geçti ve merdivenlere yöneldi. Selim arkasından, Fatma ve yardımcısı da onun ardından indiler merdivenlerden. Fatma öne geçerek kapıyı açtı ve önceden kafasında tarttığı konuşmaları bir bir sıraladı:
“Anladınız ya, Kıpti kızın gönlü varmaz er milletine. Güzel olmasına güzel zilli, ama kusurlu. Elden bir şey gelmez. Yarından tezi yok göndereceğim onu. Efsun’a takmış şimdi de kafayı. Hülyalı hülyalı bir süzüşü var ki senin dilberi! Lakin, Efsun’un gözleri senden başkasını görmüyor, bilesin. Bu gece, gitmekle kalbi,” derken Osman eliyle susturdu onu.
Tek kelime etmeden çıktılar kapıdan. Yardımcısı, dış kapıya kadar geçirdi onları.
“Uğurlar ola Beyler! Bu meşkhane yine yolunuzu gözler,” dedi esneyerek.
Osman ve Selim sessizce yürüdüler taşlık yollardan. Geçtikleri sokaklar, günü karşılamak için uyananların ayak sesleri ile çınlıyordu. Kadınlar çalı süpürgeleri ile bahçelerini süpürüyorlar; erkekler sabah namazı için hızlı adımlar ile camiye gidiyorlardı. Selim halini düşündü. Kanayan yüreği, aşk dergahında Kıpti kızın raksı ile yıkanmış; aşkın başka bir türü ile derman bulmuştu. Henüz içinde isimlendiremediği bu tür, Tasavvufi bir aşktan başka bir şey değildi. Osman’ı düşündü sonra. Dermansız bir aşka düştüğü, gün kadar aşikardı. Birkaç lakırtı etmeye yeltendi ama sonra kelimeleri yuttu.
“Bazen,” dedi içinden “Bazen en iyisidir aşkla pişmek. Ruhun bilinmeyen dehlizlerine ancak onunla varır, onunla aydınlanırsın. Bu gönlüne düşen ilk cemredir. Bilmezsin ki ışığına biraz daha yaklaştın. Oysa sen hala Arafta sanırsın kendini.”
Osman acı çekiyordu, ama bunu Selim’e göstermeye niyeti yoktu. Onunla o kadar alay etmiş, o kadar haline gülmüşken, benzer bir kozu eline vermek istemezdi. Yüreği, seher kızıllığı gibi alev alevdi. Kıpti kızı, tüm güzelliği ile raks eden o ahu dilber, zehirli hançerini saplamıştı sinesine bir kere. Artık iflah olmazdı bu deli gönül. Hele ki dermanı addettiği o sinsi, çaresizliğe terk eyleyerek gidecekti buralardan, aşkı zerk ettiği bu nefsin yavaş yavaş solacağını bilerek. Hele Efsun, bir tekme de o vurmamış mıydı?
Tüm bu olanlar Osman'ın izzetinefsine dokunmuştu. Cebinden Efsun’un mendilini çıkarttı ve tiksinerek yere attı. Bir daha Afet Fatma’nın meşkhanesine ayak basmamaya ant içti içinden. Döndü arkasını ve üç kere tükürdü yere. Bu da andının nişanı olsundu.
Tüm bu olanlar Osman'ın izzetinefsine dokunmuştu. Cebinden Efsun’un mendilini çıkarttı ve tiksinerek yere attı. Bir daha Afet Fatma’nın meşkhanesine ayak basmamaya ant içti içinden. Döndü arkasını ve üç kere tükürdü yere. Bu da andının nişanı olsundu.
Cebinden çıkarttığı çakısıyla, Selim’in kolunu tuttuğu gibi çizdi. Selim şaşkın, bir koluna bir Osman’a bakarken Osman kendi kolunu da kesti.
“Ne garip,” diye düşündü, “ Aşk acısının yanında bu acı, sadece bir zerreden ibaret.”
Selim’e döndü:
“Aşk bizi birleştirdi, varsın kanlarımız da birleşsin. Bundan gayrı, kan kardeşimsin,”dedi.
Sabahın aydınlattığı, evlerden ekmek kokuları gelen yollarda, yüzlerinde gülümseme, Osman’ın eli Selim’in omzunda yürümeye devam ettiler. Biri aşka tutsak, diğeri aşktan azade.
-SON-
Yorumlar
Yorum Gönder